KÜÇÜK KAFES

Can, 7 yıldır aynı şirkette çalışıyordu. Sabah 9, akşam 6. Ne fazla yoruluyor, ne de büyük bir heyecan yaşıyordu. İşini ezbere biliyordu artık. Ofisteki kahve makinesinin bozulma günlerini bile tahmin edebiliyordu neredeyse.

Her sabah aynı otobüs, aynı duraklar, aynı yüzler. İçinde bir boşluk vardı ama bu boşlukla yaşamayı öğrenmişti. "Fena değilim işte," diyordu. "Ne gerek var şimdi yeni bir maceraya? Ya başaramazsam?"

Oysa ki içten içe yazarlık hayalleri vardı. Hatta geçen yıl bir yayın evi, bloğunda yazdığı bir yazıyı çok beğenmiş, onu deneme bir projeye davet etmişti. Ama Can teklifi kibarca geri çevirmişti. "Şimdi tam zamanı değil," demişti. Oysa tam da zamanıydı. Ama konforlu hayatının dışına çıkmak gözünü korkutmuştu.

 

Yıllar geçti. Ofis aynıydı. Can aynıydı. Ama o davet eden yayın evi artık yoktu. Hayaller de birer toz zerresi gibi rafa kalkmıştı. Can hâlâ sıcak kahvesini içerken "Acaba?" diye düşünüyordu.

Ama artık o kafesin kapısı açık olsa bile, dışarısı ona fazla yabancıydı.

Çünkü ayağına gelen ilk iş fırsatını hayallerine tercih etmişti.tıpkı insanların çoğu gibi bunun konforundan çıkmak istemiyordu.Hayellerini gerçekleştirme açlığı kaybolmuştu. İnsanı bu hayatta harekete geçiren şey açılığıdır. Açlığını gidermek için insanın konfor alanından çıkması gerekiyor. Diğer türlü Can gibi insanın konfor alanından çıkmak istemez, işini kaybetmek istemez ama bir yandan da hayellerine arkadan bakadurur…

İşte rahatlık tuzağının insanı düşürdüğü şey keşkeler bataklığı oluyor… 

Post a Comment

Teşekkürler