Beklemesi için
işaret edilen yere geçti. Koltuklardan birine oturdu. Tam, gelen kahvesinden
bir yudum alacaktı ki, gözü camın önündeki perdeye takıldı. Yapının tavanları
yüksek olduğundan, camları kapatacak perdeler de haliyle uzundu. Epeyce
uzundular. Perdelerin arkasındaysa ışığı neredeyse tamamen kesecek, kalın mı
kalın fon perdeleri vardı. Belli iyi ışık alıyordu burası. Sekreter hanım da dışardaki
ışık, bilgisayarının ekranına yansıyınca mecburen kalktı. Kendi kısmındaki fon
perdelerini çekti. Nasıl da kararmıştı birden bire ortalık... Perdeler esen rüzgarla hafifçe havalanıyor, sonra rüzgara müsaade etmiyor gibi geri iniyordu.
Biraz sonra rüzgar tekrar başını içeri sokmak için davranıyordu. Ama kalın
perdeleri geçmesi pek mümkün gözükmüyordu. Rüzgarla perdeleri bir süre
seyredaldı. O esnada kendisine seslenildiğini farketti:
"Buyrun Ali
Bey, sizi bekliyorlar."
İş görüşmesi için çok
firma araştırmıştı. Aralarından sadece bazılarını seçebilmişti. Bunun sebebi
kendi kriterlerine uymasındandı. Evet, onun kriterleri vardı. Hemen her konuda
üstelik.. Bu yüzden insanlara mesafe koyar, bu yüzden bir semineri tam da orta
yerinde bölüp çıktığı olurdu. Hatta bu yüzden üniversitedeyken, dersini
bıraktığı hocaları olurdu. Onun standartları dışında kalanları saha dışına
çıkarıyordu. Peki neydi o kriterleri? Ona göre doğruydu hepsi ve önemli olan da
buydu. Ne kadar gerçek oldukları değil..
"Öz geçmişiniz
özenle hazırlanmış, bunun için sizi tebrik etmeliyim. "
İşte ilk elemeden
de geçmişlerdi. Evet iş görüşmesine gelen oydu ama "ben de sonuçta onlarla
çalışmak isteyip istemediğime kendimce karar vereceğim" diye düşünerek
gelmişti. Hafifçe tebessüm etti. İşine değer verildiğini gördüğünde, istemsizce
olurdu bu.
"Burada
yurtdışında 3 ay süreli bir staj yaptığınız yazıyor."
"Evet,
İtalya'da yaz dönemini değerlendirmek amaçlı.. "
"Orayla burası
arasında ne gibi farklar gördünüz? "
İşte başlamıştı
konuşmaya. Öyle bir anlatıyordu ki uzun yıllar yurtdışında çalışmış, sonra
ülkesine dönüp deneyimlerini paylaşan bir işadamı zannederdiniz duysaydınız.
"Peki hangi
eksiğinizi tamamladınız bu süre zarfında? "
Görüşmenin başından
beri hiç konuşmayan biri vardı. İçeri girdiğinde önündeki kağıtlarla
ilgilendiği için biraz tuhaf karşılamıştı onu Ali. Ama konuşmaya başladığında
adamın kendisini pür dikkat dinlemesinden de hoşnut olmuştu. Hiçbirşey
söylemeden dinliyor, önündeki kağıda bazen birşeyler karalıyordu. Sessiz adamın
ilk cümlesi de bu soru olmuştu.
Aslında beklenmedik
bir soruyla karşılaştığında rahat bir tavırla cevaplardı. Cevabının doğru olup
olmadığıyla pek ilgilenmeden.. Hitabeti güçlü olduğu için muhatabına karşı üstünlük
kurduğunda kendini yenmiş sayıyordu.
Yenmek.. Hayatında
çokça yeri olan bu kelimenin gerçek anlamını biliyor muydu? Her ne pahasına
olursa olsun istediğini elde etmek miydi acaba?.. O âna kadar hep yenmekle
ilgilenmişti. Başarı çünkü buradan geçiyordu ona göre. Başarılı olmak için de
çok çabalamıştı. Tüm eksiklerini kapatmak için yani. Yene yene bu günlerine
gelmişti. İlkokuldan üniversiteye hatta şu İtalya macerası bile birilerinden
daha iyi olduğu için elde ettiği bir haktı. Yani yine yendiği için. Kendini
şampiyon zanneden, kendinde eksik birşey arar mıydı? “Tabii ki hepimizin
eksikleri var” diye düşünürdü. Herkesin eksiğinin olması onu rahatlatırdı belki
de. Ama işte şu da benim eksiğim dediği ve canını yakacak birşey aramayı hiç mi
hiç düşünmemişti. “Ben de eksik ne olabilir ki?” diye düşündü, düşündü,
düşündü...
Bir an tüm geçmişi
gözünün önünden geçer gibi oldu. Birşeyler eksik kalmış olabilir miydi? Oysa
onda çok iyi olan özellikler olduğu için insanlar onunla olmak istiyordu. Hep
böyle düşünmüştü. "Eksik olan.. Hangi eksiğinizi.. " Karşısına
gelen soru yarım yamalak cümleler halinde zihninde geziniyordu. Karşısında ne
cevap vereceğini bekleyen iki çift göz vardı. Ama sorunun cevabı onda yoktu. En
azından şimdilik. Sanki ilk defa böyle hissediyordu. Cevap veremiyordu ama
cevap vermekle de o kadar ilgilenmiyordu. Çünkü o zamana kadar açmadığı bir
kutu açılmış ve içindeki herşey odanın orta yerine dağılmış gibiydi. Neler
çıkmamıştı ki içinden?.. Tâ 3. Sınıftaki şiir okuma yarışmasından,
üniversitedeki kürek takımına, üniversite eğitimi sırasında staj yaptığı fabrikadan,
arkadaşının nikahına.. Mesela o gün şiir okumak için herkes sırayla sahneye
çıkarken, sahnenin arkasında ağlayan kızla kimse ilgilenmemişti. Ali de görüp
geçmişti ama neden ağlıyordu acaba? Şuan önümdeki meseleye odaklanmalıyım
diyerek geçirmişti o gün. Ama işte unutmamış, unutmamıştı aslında.Ya kürek
takımı için seçmelerin yapılacağı gün. Birkaç kişinin kendi aralarında
seçmelerin İstanbul, Kartal’da olacağını konuştuklarını duymuştu. Oysa
seçmelerin yapılacağı yer 1 hafta kala değiştirilmişti. “İnsan bir işe önem
veriyorsa ona konsantre olacak. Takip etselerdi, o kadar önem veriyorlardı
madem..” diye düşünmüş ve oradan uzaklaşmıştı. Öyle ya kendisi için bu kadar
önemli olan, herkes için en az o kadar önemli olmalıydı. Ya o fabrikadaki
çalışanlar... Aysel Hanım zeki, yetenekli, kafası çalışan bir mühendisti ona göre. Ama lisans
kariyerinin sonunda vardığı yere, o fabrikaya ve oradakilere bakınca “pek de iç
açıcı bir konumda değil” diye düşünmüştü. Ali’ye göre başarı bundan çok çok
daha fazlasıydı. O sebeple zaten dünyaya açılması gerektiğini düşünüyordu. Ama
daha kendi kutusunu açmayı akıl edememişti. Şimdiyse bütün bir geçmişin
muhasebesine başlamış gibiydi. Bıraktığı öyküler toz olup uçmamıştı işte. Hepsi
bıraktığı yerde duruyor ve tamamlanmak için ona bakıyor gibiydiler.
Soruyu daha önceki
tecrübelerinden edindiği marifetle, kendince bir şekilde cevapladı. Ardından
gelen sorularda ise çok daha rahat cevaplar vermişti. Görüşme bittiğinde
teşekkür ettiler birbirlerine. Ama asıl teşekkürü Ali, o soruyu soran kişiye
etmişti. Elini sıkıca tutmuş ve “çok ama çok teşekkür ederim” deyivermişti.
Adam da bir anlam verememişti ama tebessümle karşılık vermişti.
“Olumlu ya da olumsuz
size dönüş sağlayacağız Ali Bey, geldiğiniz için teşekkürler” şeklinde
uğurlamıştı sekreter. Ali ise sekretere teşekkür ettiken hemen sonra çoktan
merdivenlere yönelmişti. Bahçe kapısından çıkarken gözleri camlarda rüzgarla
oynaşan perdelere takıldı. Perde ne kadar kalınsa, hayat o kadar az giriyor
içeriye. Kala kala odasında birbaşına kalıyor insan diye düşündü
Sokağa çıkınca
derin bir nefes aldı ve perdeleri aralamaya başladı. “Meğer dışarda
farketmediğim ne kadar güzel bir ışık varmış..” diye söylenerek yürümeye devam
etti.
Bir soru ne kadar çok perdeyi açmış. Sorular çok kıymetli. :)
YanıtlaSilKaleminize sağlık gayet başarılı
YanıtlaSilKonu ve anlatım şahane. Çok etkilendim gerçekten. Kendimizle ilgili eksikleri görmeden başkalarına odaklanıyoruz malesef.
YanıtlaSilİnsan kendine toz konduramıyor gerçeklerle yüzleşmek zor ,emeğinize sağlık
YanıtlaSilPerdeleri açmam lazım
YanıtlaSilIşığımızı kesen perdeleri aralamak ümidiyle….. Elinize sağlık.
YanıtlaSilPerdeler kırışsın ev batsın her yeni eskiyecek nasıl olsa. Yeter ki dostluklar komşuluk akrabalıklar esk seviyeye gelsin. Tat yoksa herşey acı gelir insana.
YanıtlaSilKalın perdelerin farkına varmak.. kaleminize sağlık
YanıtlaSilHarika.
YanıtlaSilBir detaydan bütüne bu kadar iyi varılabilirdi!
Bu sahneyi hayatin her yerinde bulabilir, her alanina uyarlayabiliriz. Bir soru, zihne atılan minik bir tetikleyici çok perdeler aralayabiliyor. Insanin hayatina bakisinda kazandigi yeni bir berraklik kadar kiymetli sey yok..
Elinize saglik, iyi ki yazdiniz.
Çok güzel bir yazı olmuş, perdelerimizi aralama cesaretini gösterebilmek dileğiyle..
YanıtlaSilEmeğinize sağlık
YanıtlaSilPerdelerimi açabilmek ümidiyle…
YanıtlaSilİnsan buradaki makaleleri her okuduğunda bir eksiğinin daha farkına varıyor.Elinize dağlık….
Yorum Gönder
Teşekkürler