Bir zamanlar büyük bir şirket vardı: “Adil Holding”. Bu şirket kendi şehrinden tüm dünyaya açılmış, insanların faydasına ürünler üreten, tüm dünyada takdir edilen bir şirketti. Merkezinin ve fabrikalarının bulunduğu şehirler kalkınıyor, çalışanları refah içinde yaşıyordu.
Başarısı, kurucularının hayatın tüm
zamanlar, tüm mekanlar ve tüm insanlar için geçerli yasalarına sıkı sıkı
sarılmalarından kaynaklanıyordu.
“Yetki, sorumluluğu yerine
getirmen için verilir. Yetki kimde ise sorumluluk ondadır.”
Yıllar boyunca bu ilkeye sadık
kalındı. Yöneticilere, çalışan ve müşterilerine karşı sorumlu oldukları bilinci
aşılanır ve bu sorumlulukları yerine getirmeleri koşuluyla yetkiler verildi.
Performans ve adalet dengesi korunuyordu.
Ta ki, ailenin rahatlık tuzağında
yetişen oğlu Zafer Bey babasının yerine CEO ‘luk görevine gelene kadar.
Zafer Bey, güler yüzlü, hoş sözler konuşan, ılımlı mizacı
olan bir yöneticiydi. Ancak CEO ‘luk için henüz yeterli değildi. Çalışanlara
büyüme, gelişme ve bir aile olma ile ilgili önemli vaatlerde bulunuyordu. Şirketi
yeni pazarlara taşıyıp, gelirlerini büyütüp, çalışanların refah seviyelerini
arttıracağına dair sözler veriyordu.
Ancak verdiği sözler boş bir vaadden ileri gitmedi. Hiçbir
zaman şirketin bu gelişimi için gerekli hamleleri yapamadı. Sorumluluklarından daha da uzaklaşmaya,
çalışanlarını değil kendi çıkarlarını önceliklendirmeye başladı. Yönetim kurulu
ona geniş yetkiler verdi ancak o sorumluluklarını ihmal etti. Artık sadece
kendi refahı ve koltuğunun devamlılığı için çalışıyor görünüyordu.
Bu durum çalışanlar arasında huzursuzluğa sebep oluyordu.
Önce diğer yöneticiler disiplinini kaybetti. Denetim düştü.
Üretimde hata oranı arttı, teslimat süreleri uzadı bu da müşteri şikayetlerinin
artmasına, şirket gelirlerinin düşmesine ve kârlılığın azalmasına sebep oldu.
Ardından alt ekiplerin de güveni sarsıldı. İnsanlar işlerini
yapıyor ancak artık eskisi kadar özveri göstermiyordu. Performans düşmeye
başladı, sadakat azaldı. Kurumda “sessiz istifa” hali yaygınlaştı.
Çünkü insanlar şunu gördü:
“Sorumluluğunu yerine getirmeyen, otoritesini kaybetmeyi hak
eder. Çünkü böyle olmaz ise gücü ile zalimlik yapabilir.”
Derken şirket içinde sessiz bir hareket başladı. Bazı yöneticiler
ve çalışanlar, şirketin Etik Kurulu’na raporlar sundular. Bu kişilerden biri
de, yıllardır şirkette görev alan deneyimli bir iç denetçi olan Ruhsan Hanımdı.
Tıpkı eski bir bilge gibi, olayları yorumluyor, dikkatle dinliyor ve olan
biteni tarafsız biçimde raporluyordu.
Etik Kurulu durumu inceledi, yönetim kuruluna sundu. Artık
“vakit dolmuştu, hesap zamanı gelmişti.”
Yapılan kapsamlı değerlendirmeler sonucunda Zafer Bey görevden
alındı. Yerine, hem vizyon sahibi hem de çalışanların sesi olmayı önemseyen bir
lider getirildi. Kurum kültürü yeniden yapılandırıldı, yetki ve sorumluluk
dengesi yeniden kuruldu.
Öyleyse bilmeli ki;
Yetki; sorumluluktan gelir, sorumluluk yerine getirilirsin
diye verilir
Yetki sahibi olmak sorumluluğu yerine getirmeyi gerektirir.
Yetki sahibinin üzerinde yetki sahibi vardır, onun bir
sorumluluğu da; yetkili olduklarını denetlemektir
Sorumluluğunu yerine getirmeyen otoritesini kaybeder.
Devam ederse yetkisini de kaybeder
Doğal olan budur, bu şekilde olmaması zulüm, zulmü yapan da
zalimdir.
Her mazlum kendi zalimini var eder.
Ancak zalime de, mazluma da bir süre verilir
Vakit dolunca hesap görülür, herkes hakkını alır.
Yorum Gönder
Teşekkürler