Can suyu derken her insanın aklına dikilen bir fidanın ilk suyu akla gelir ama bu kısa öykü bir baba oğul öyküsüdür aslında. Çünkü hayatta her başlangıcın bir can suyu vardır. O suya ihtiyacı olan ve o suya sahip olanı birbirine bağlayan sebepler zinciri vardır. Kökle toprağın buluşması ve suyun desteği gibi.
Askerden gelen genç birine, toplumun bireyleri onu bir başka lige koyuyor sanki. Ahmet’te zorunlu askerlik görevini bitirmiş. Memlekete geleli bir kaç gün olmuş. Yeni doğmuş insan gibi sivil hayata adapte olmaya çalışıyordu. Bir kaç aile ziyareti yaptıktan sonra ve harçlığı bitince işe başlaması gerektiğini düşünen olgun bir kişiliği vardı. Zaten askerlik öncesi altın bilezik olan mesleği takmıştı koluna.
Annesi askerdeyken hakkın rahmetine kavuşmuş. Babası Hüseyin buruk karşılamıştı oğlu Ahmet’i. Ahmet’e harçlık veriyor fakat Ahmet çocukluğu itibariyle çalıştığı için harçlığı alırken mahcup oluyordu. Destek olmak isteyen bir baba, desteği alırken mahcup olan bir evlat!Yaşıyla beraber ihtiyaçları artan bir evladın o dönemde verileni az bulup sitem eden gençlerine göre övülesi ve sevilesi bir mahcup duygusu taşıyordu Ahmet. Bir tarafta verdikçe tüketen ve şikayet eden bir çoğunluk, bir tarafta alırken utanan sıkılan bir azınlık.
Verilen şey destek olsada, verenle alan arasındaki bu farklı tepkiler nasıl dizayn edilebilir.
Bir tarafta çocuğunu paralı askere göndermiş, dil eğitimi almış, yurt dışında okutmuş ama sorumluluk verince işlerin geriye sarmasına sebeb olan bir potansiyel.
Diğer taraftan ise zorunlu askerlik sonrası işine başlamış, imkanlarını arttırmaya çabalayan bir potansiyel.
Aradan uzun yıllar geçmişti. Artık işyeri kuracak potansiyele sahipti Ahmet. İşinin ustası ama henüz dükkan açacak imkana tam olarak sahip değil. Hani dükkanı açsa tezgahı kursa, makinası eksik kalacak. Makinayı alsa, tezgahı kuramayacak. Tekeri yani işi döndürecek bütünlükte değil birikimi.
İşte Ahmet kafasında bunları atıp tutarken babası elinde bir miktar birikimle yanına geldi. Belki tüm ihtiyaçlarını karşılamaz ama tekerini döndürmeye yetebilir diyerek, oğlunun avucuna bıraktı o birikimi. Tam yeri tam zamanı ve tekeri döndürecek, can suyu olacak miktardaydı.
Peki nasıl ayarlamalı insan bu ölçüyü?
Hani ağacı dikersin, ilk suyunu verirsin ya, can alsın diye.
Hani kuzu doğar ama ilk süt en yağlı en besleyici özelliği taşır ya, beslensin diye.
Hani kuş tüylenince annesi kıyısında bekler ilk kanat çırpışında, güçlensin diye.
Her canlı bir miktarla destekle başlıyor fakat doğru miktar doğru mesafe!
Miktar ve mesafe şaşınca işler karışıyor. Miktar ve mesafe doğru oranda işler gelişiyor.
Nefes almak, nefesi tutmak ve nefesi vermek her biri ayrı bir meziyet ayrı bir marifet kazandırıyor. Ciğer gibi bir organ nasıl gelişiyor, bir ağaç nasıl büyür, bir insan nasıl yetişiyor. Birbiriyle farklı olsada gelişim yöntemleri ortak olabilir mi?
Bir dalgıcın yada bir dağcının az oksijenle uzun çalışma sonucunda, tüm yaşamsal fonksiyonlarını organize olmasını sağlayan yöntem. Zihinsel ve fiziksel olarak zorlanmak güçlenmenin ve gelişimin temeli olabilir mi?
Yokluk muhtaçlığa.
Varlık durağanlığa.
Hedef marifete ulaştırıyor.
Harfler kelimeye, notalar melodiye, damlalar göle dönüşüyor. Bir tohum fidana dönüşüyor. Her renk kendi içinde kayba neden olurken, başka renkle bir farka dönüşüyor. Her hareketin insana desteği var.
Peki sen kime desteksin?
Gelişime engel olacak kadar dibinde, muhtaç bırakacak kadar uzakta mı?
Yoksa destek olacak kadar yakın bir mesafede misin?
Yorum Gönder
Teşekkürler