Gözleri yarı baygın bir şekilde televizyon izliyordu. Ne izlediği programdan memnundu ne de değiştirme isteği vardı. Günün öğlen saatleri olmasına rağmen kahvaltı hala masada toplanmayı bekliyordu. Ara ara gözü bekleyen işlere takılıyor, gözlerini devirip kaldığı yerden televizyona devam ediyordu. Güneşin ışıkları perdedeki ufacık aralıktan odaya sızıyor, televizyonun ekranına çarpıyor ve ekranı görmesini zorlaştırıyordu. Buna rağmen güneşe kızıyor ama perdeyi kapatacak gücü kendinde bulamıyordu.
O sırada başını koyduğu kırlentin altına sıkıştırdığı telefonu çaldı. Arayan kişi üniversiteden ev arkadaşı Zeynep’ ti. Canlı bir ses tonuyla “Hülya, nasılsın tatlım, çok oldu görüşmeyeli özledim seni” dedi. Hülya arkadaşları tarafından neşesi, canlılığıyla bilinirdi. Bu imajını bozmamak için o da aynı canlılıkla karşılık verdi. “İyiyim tatlım sen nasılsın? Bende çok özledim kız, bi fırsat olsa da görüşsek keşke” dedi. Zeynep gülmeye başladı ve “Allah tan başka bir şey isteseydin o da olur muydu acaba” dedi. Hülya, Zeynep’ in ziyarete gelme niyetinde olduğunu fark etti ve evdeki işlere bakarak tedirgin oldu. Tedirginliğini gizlemeye çalışarak “Yoksa buralarda mısın” dedi. “Evet canım, eşimin bi işi varmış o tarafta, bende geleyim değişiklik olur dedim, hem seni görürüm dedim geldim, 15 dakikaya sendeyim tatlım görüşürüz” dedi ve telefonu kapattılar.
Hülya koltuktan fırladığı gibi önce yattığı yeri topladı. Ardından camları açıp evi havalandırdı. Ardından kahvaltı masasını topladı, kirli bulaşıkları hızlıca makineye yerleştirdi ve çalıştırdı. Çay suyu koydu “o kaynayana kadar 5 dakikada evi süpürürüm” diye mırıldanarak evi süpürmeye başladı. Ardından üstüne başına çeki düzen verdi ve o sırada kapı çaldı.
Hülya’nın gözünde büyüyen tüm işlerin 15 dakikaya sığması kendisini de şaşırttı. Halbuki perdeyi kapatacak gücü yoktu az önce. Peki bu enerji nereden geldi?
Dış dünyadan gelen bir baskı nasıl da harekete geçirmişti Hülya’yı. Baskı bir ayrıştırıcıdır. Geldiğinde tarafını seçersin. Ya yanlışı seçip yalan söyler gelen baskıyı ötelemeye çalışırsın. Ya da doğruyu seçip ertelediğin sorumluklarını yapmaya karar verirsin.
İnsanoğlu bir hedef seçtiğinde o hedefine giden yolda önündeki engelleri dizayn olmaya başlar. İşte bu engeller seçtiği hedefin doğal baskılarıdır. Bu baskıları yönetmeyi öğrendiğimizde baskıya dayanıklılığımız gelişir, dolayısıyla problem çözme marifetimiz gelişir. Ancak sürecin doğal baskılarından kaçmaya çalışmak problemleri ertelemek anlamına gelir ve bir süre sonra baskıyı yönetemez oluruz. Böyle durumlarda insanın merhamet hakkı varsa ona bir dış dünya baskısı gelir ve doğru cevabı vermesi umulur. Tıpkı Hülya’nın başına gelen gibi. Ancak bundan daha güzeli iç baskıdır. Kendi sürecini kendi öz disipliniyle yürütmeli insan. Dışarıdan bir müdahaleye gerek kalmadan. Sorumluluklarına öncelik verip kimse görev vermese de kendi görev bilinciyle hareket edebilmeli. Tıpkı bir ağaç gibi, ormanın derinliklerinde kimse meyve vermediği için onu kesmeyecek olsa bile meyvesini verebilmeli. Öz baskısı öz disiplinini dizayn edebilmeli…
Yorum Gönder
Teşekkürler