Sakin bir akşam üstü ailecek evde oturuyorlardı Şafak ve
geniş ailesi. Bir süredir anne ve babası memleketten yanlarına gelmiş, Şafak ve
Sema’nın çocuklarına bakıyordu. Sema mutfak için birkaç eksikten bahsedince
Şafak anne babasını ve çocukları alıp markete çıktı. Markette Şafak’ın iki
oğlundan büyük olan Özgür bir raftan diğer rafa koşup duruyor, her gördüğü abur
cubur ürünü babasından istiyordu. Küçük kardeş Kerim ise o hafta anaokulunda
yerli malı haftasında paketli ürünlerin barkod numarası 869 ile başlayanların
Türkiye’de üretildiğini öğrenmiş, her gördüğü ürünün barkodunu kontrol ediyor
ve 869 olanları "Babaaa bak Türkiye’de üretilmiş" diye bağırarak tüm markete
duyuruyordu sanki.
Babaanne ve dedenin yanlarında olmasından güç alan Özgür
sonunda amacına ulaştı ve eti puf alması için babasını ikna etti. Özgür şansını
zorlayıp "bana iki tane alabilir miyim bisküviden" diye sordu ama Şafak reddetti.
Sema’nın dediği diğer ihtiyaçları aldıktan sonra marketten çıkıp arabalarına
bindiler. Eve varmalarına az kalmıştı ki Özgür babasına sesini yumuşatarak
sordu.
“Babacım sana bir şey diyeceğim ama kızma.”
“Böyle diyorsan kızarım, o yüzden kızmamak için söz
vermiyorum.”
“O zaman demem bak, lütfen kızmayacağına söz ver.”
“Bak Özgür, oğlum böyle diyorsan demek ki kızacağım bir şey
yaptın, tamam söyle çok fazla kızmayacağım. “
“Tamam, çok az kızacaksın söz verdin lütfen.”
“Hadi ama oğlum söyle ne söyleyeceksen.”
“Eeee…şey…ben bir tane daha bisküvi aldım, cebimde.”
Şafak’ın başından aşağı kaynar sular dökülür gibi oldu.
“Ne yani şimdi sen parasını ödemediğimiz bir şeyi marketten
aldın mı ?”
“Yaaaa, şey evet baba özür dilerim.”
“Yani sen şimdi çalmış oldun yani değil mi ?”
“Ya öyle değil aslında baba canım çekti sadece.”
“Şimdi Özgür, oğlum, seninle tekrar markete dönüyoruz,
kasiyer ablaya bunu aldığını ve hırsızlık yaptığını söylüyorsun, özür dileyip
parasını ödüyoruz.”
Özgür bir anda içtenlikle hıçkırarak ağlamaya başladı,
“Babaaaa lütfen gitmeyelim, tamam söz bir daha yapmayacağım
lütfen ne olur beni götürme oraya.”
“Hayır, gidiyoruz, babaannen ve deden eve geçsin Kerim’le
biz gidiyoruz hemen.”
Şafak’ın babası Hasan bir yandan torunu Özgür’e sarılıyor
bir yandan da oğlunu sakinleştirmeye çalışıyordu.
- Tamam
oğlum çocuğun üzerine gitme, ben vereyim sana parasını kaç para bir bisküvi, çocuktur
yapar canı çekmiş ne olacak bir bisküviden, küçücük bir şey ağlatma bunun
yüzünden.
- Hayır
baba anlamıyorsun burada mesele para değil, yaptığı yanlışın bedelini ödemesi
lazım, gidip parasını kendi elleriyle kasiyere ödeyip yaptığı yanlışı itiraf
etmesi gerekiyor.
Tüm bu yaşananları kenardan izleyen babaanne Riyaset hanım
da torununun o haline dayanamayıp ağlamaklı olmuş, ne diyeceğini bilemez bir hale
geçmişti.
Olayları azıcık uzaktan izleyen Özgür’ün 4 yaşındaki kardeşi
Kerim ise abisini savunan cesur ama gözü yaşlı bir edayla babasına dönerek:
- "Sen
de abimin üstüne gitme ama o kadayy…"
Şafak hem küçük oğlunun bu naif ifadesi, hem de anne ve
babasının tavırlarından biraz durumu abarttığını anladı, istemeye istemeye
tamam o zaman eve çıkalım ama sonra gideceğiz ödemeye dedi.
Bu küçük olay Şafak’ı etkiledi aslında. Sonraki günlerde hem
kendi tepkisini hem de oğlu Özgür’ün neden böyle bir şey yaptığını uzun uzun
düşündü, küçük de olsa hırsızlık hırsızlıktı ve hırsızlığın kötü olduğunun
bilincini bugün oğluma vermezsem yarın için belki de daha büyük sorunlarla
karşılaşacağını hissetti. Yarın belki okulda arkadaşının kalemini çalacak,
sonra defterini sonra parasını, yıllar sonra da belki iş arkadaşının parasını
ya da işyerinin malını çalacaktı.
Erteledikçe bu konunun içinde büyüyeceğini düşündüğü için
birkaç gün sonra oğlu Özgür’ü de alarak aynı markete gitti ve 11 adet bisküvinin
parasını ödeyip 10 adedi aldı ve kasiyere durumu anlattı. Kasiyer ablası da
Özgür’e teşekkür etti ve durum tatlıya bağlandı. Tabi kalan 10 adet bisküviyi de
Özgür mahalleye gelip arkadaşlarına dağıttı. Şafak da böylece konuyu tatlıya
bağladı.
Yorum Gönder
Teşekkürler