DTÖ derki; bu hayatta neyi ama neyi değiştirmek istersen onun yönünde değişirsin. Değişim zıddını hükmeder.
Gökyüzünün açık, güneşli olduğu bir yaz günüydü. Hakan pencereden dışarı baktı ve dışarıdaki şehrin görüntüsü onu çok etkilemişti. Ara, ara arkadaşlarına da ne kadar güzel bir şehirdeyiz farkında mısınız derdi. Uzayıp giden uçsuz bucaksız masmavi deniz ve onun ışıltısı. Çok güzel duruyordu. Palmiye ağaçlarına şarkı söyleten rüzgârın sesi insana yaşama sevinci veriyordu. Sanki güneş kendi renginden kumlara vermiş gibiydi. Altın sarısı kumlar, masmavi deniz ve yemyeşil palmiye ağaçları. Cıvıl, cıvıl öten kuş sesleri ile dışarı da çok güzel bir şaheser vardı. Hakan, 3 arkadaşı ile her sene yazları beraber buluşurdu. Kaan ile Hakan Arif’in yazlık evinde toplanırlardı. Tüm yaz çok aksiyon dolu keyifli zaman geçirirlerdi. Fakat Hakan ile Kaan’ın hızı Arif’i rahatsız ederdi. Onlara ayak uyduramaz sürekli biraz dinlenelim derdi.
Arife çok anlamsız ve gereksiz gelirdi bu kadar koşuşturmaca. Sakinlik ve sessiz ortamlar ona daha rahat hissettiriyordu. Hatta bazen onlardan saklanıp uyuduğu bile oluyordu. Çocukluğundan beri rahat büyümüştü ve bu onu biraz hareketsiz bırakıyordu. Hayattan tat alamamaya başlamıştı. Çünkü insan hareket etmediğinde yaşantısından tat alamaz hale gelir. Geceleri geç yatıyorlar ve sabahları erken kalkıyorlar. Bunlar hiç Arif’e göre şeyler değildi. Onlar ise her anlarını dolu geçirmek istiyorlardı. Hakan, arkadaşlarına dönüp hava ne kadar da güzelmiş. Hadi hep beraber denize gidelim mi? Kaan, durduğumuz kabahat hadi gidelim der. Arif ise abi hava çok sıcak ne gerek var şimdi buna. Elinde kahvesi ayaklarını uzatmış rahatı yerindeydi. Fakat biraz gaz verme ile Arif’i de ikna edip. Hep beraber denize gitme kararı alırlar.
Hakan ile Kaan denizi görünce hemen eşyalarını şezlonga bırakıp denize koştular. Denizden sonra voleybol ve daha sonra ayak tenisi oynarlar. Hiç tanımadıkları insanlarla bir anda çok iyi arkadaş olmuşlardı. Bu koşuşturma hiç Arif’e göre değildi. O çoktan kendine rahat edeceği yeri arıyordu. Onların bu kadar canlı olmalarını anlamlandıramıyordu. Zaten denizde bir sürü insan var çok gürültülü bir de onların o koşuşturması onu yoruyordu. Hemen kendine sakin bir yer bulup uyumak ve dinlenmek istiyordu. Bu sırada Hakan hemen birilerini bulmuş konuşuyordu, onun bu kadar çabuk arkadaş edinebilmesine şaşırıyordu. Kaan durmadan fotoğraf çekiyor, gördüğü hiçbir manzarayı kaçırmak istemiyordu. Tüm bunlar olurken bir anda Arif’in yokluğunu anlıyorlar. Peki, tüm bu olaylar olurken Arif ne yapıyor dersiniz? Şemsiyenin altında, havlusunu şezlonga sermiş uzanıyordu. Buz gibi portakal suyunu yudumluyor. Ve bir yandan da elindeki telefonda oyun oynuyordu.
*Bana dokunmayan yılan bin yaşasın.
Hakan ile Kaan Arif’in yanına gidip, hadi abi ya yatmaya mı geldik kalk eğlenelim biraz. Arif içinden başımın belaları geldi diyordu, burası çok rahat ve mis gibi deniz kokuyor. Sakin ve sessiz ben böyle iyiyim abi. Karışmayın bana siz gidin ne yapıyorsanız yapın. İçinden bunlar beni yine rahat bırakmayacak diye geçiriyordu. Yerinde durmayan Kaan hemen bir teklifte bulunuyor. Hep beraber şu kayalıkların oraya doğru yüzelim mi? Hakan hemen olabilir yeni yerler keşfetmiş oluruz deyip onaylıyor. Arif, arkadaşlar siz hiç yorulmaz mısınız ya? Size bu yolculukta başarılar beni hiç o toplara sokmayın. Oyunbozanlık yapma, hep beraber gideceğiz deyip ikna ediyorlar. Fakat Hakan ben bu çocuğu anlayamıyorum. Nasıl böyle olabiliyor demekten de kendini alamıyordu. Arif’e seslenip bundan sonra sana kas gevşetici diye sesleneceğim. Ben senin kadar üşengeç insan görmedim ya hayatımda diyordu... Seni anlayamıyorum ama cidden anlamak isterdim. Aslında anahtar cümlede bu oldu onun için.
Arif onlara göre sanki ayak bağı gibi oluyordu çünkü ikisi çok hızlı ve hareketlilerdi. Neden bu Arif böyle diye düşünüyorlardı? Çünkü her yere onun yüzünden geç gidiyorlardı. Bu onları kızdırıyordu fakat çocukluk arkadaşlarını sevdikleri için görmezden geliyorlardı bu durumu. Peki, insanlar kendilerini ne kadar tanıyorlar? Yılladır tanıdığımız kişileri gerçekten tanıyor muyuz? Bunu nasıl anlayabiliriz?
Kendimizi ve başkalarını tanımak ile ilgili yasaları bilmeye ihtiyacımız var. Bu yasalar tüm dünya da yaşayan insanları kapsamalı. Bir ölçüsü olmalı kişiden kişiye değişmemeli, mekân ve zaman göre değişmemeli. İnsanlar herkesin kendileri gibi anladıklarını ve düşündüklerini zannederler. Fakat gerçek öyle değildir. Bu yüzdende çok büyük bir yanılgı içerisinde olurlar. İnsan tüm farklılıkları olumsuzluk olarak algılıyor. Kendisine benzeyen insanlarla yakınlaşıyor ve diğerlerinden uzaklaşabiliyor. Oysaki farklılıklar, insanların zenginlikleridir ve aslında cazip olan farklılıklarıdır. İnsanların farklılıkları onların birbirine yardımcı olmalarını sağlar. İnsan bir bilginin faydasını anlayabildiğin de ondan yararlanmaya başlar. Hakan, aslında kendi davranışını değiştirmek yerine karşıdaki insanları değiştirmek istiyordu. Hayat hiç kimseye bir başkasını değiştirme hakkı vermemiştir. Ancak değişmek isteyen kişiye yön verebilme hakkına sahip olabiliriz.
*Bu hayatta uyum sağlayabildiğin kadar oyunda kalabilirsin.
İnsanın egosu onun isteklerinin oluşmasını sağlar, fakat isteklerimizin aşırılaşması da bilincimizin kapanmasına sebep olur. Yani isteklerimiz olmadan hareket edemezken, isteklerimizden dolayı hareketsiz kalabiliyoruz. Peki bunu nasıl olabiliyor? DTÖ derki; İnsan isteklerini kontrol edemezse illüzyona düşer. Aslında istemek sorun değil isteklerimiz sorun edecek kadar aşırıya kaçmak ve ölçüyü kaçırmak sorundu. Bunu anlamak için insanın zihnin nasıl işlediğini bilmeye ihtiyacı vardır. Aynı bir futbol takımın maçı kazanmak için diğer takımın nasıl bir oyun planı olduğunu öğrenmeye çalışması gibi. Güçlü ve zayıf yanlarını merak ettiği gibi. Bunları bilince ona göre strateji uygulayabiliyor ve maçlar kazanılıp kaybediliyor. Kendi takımını ve rakip takımı iyi tanımlayan olumlu sonuca daha hızlı ulaşıyor. İnsanında önce kendini sonra başka insanlar gerçeğin ölçüsü ile tanımaya ihtiyacı var var. Yoksa bir başkasını değiştirmek için bir ömür harcayabiliriz.
Niçin insan kendi değil de bir başkasını değiştirmek istiyor? Çünkü insanlar hatayı kendilerinde çok yakıştırmazlar. İnsan kendini mükemmel sanma ve olama eğilimindedir. Fakat insan demek hata demek değil midir aslında? Hangimiz hata yapmıyoruz ki? Karşıdaki insan da bizi rahatsız eden şeyler belki bizi iyileştirmek içindir. Peki, neden o kadar bizi rahatsız ediyor…
Hakan’ın da anlamakta ve kabul etmekte zorlandığı şeyde buydu. Birçok insanın sorun yaşadığı yerde burası değil mi aslında. İnsanlar problemleri kabul etmek yerine karşıdan kaynaklandığını savunurlar. Karşıdaki insanın küfürlü konuşması tabi ki de onun ayıbıdır. Fakat insanın asıl sorması gereken soru nedir? Onu bu noktaya getirecek ne yaptım ben. Doğru soruyu ancak, olayların gerçeğini kabul ettiğinde sorabilir insan. Duygularımızın yoğunluğu azaldığında bilincimiz açılmaya başlıyor. O Arif’i değiştirmeye çalışıyordu ve her seferinde yapamayınca sinirleniyordu. İşin tuhaf tarafı değiştirmeye çalıştıkça. Onun bazı hareketlerini kendisi de yapmaya başlamıştı. Bir türlü anlamıyordu. Ve hep beni bulur böyle insanlar diyordu. Gittiği her yerde karşılaşmaya başlamıştı. Tüm uyuz tipler beni neden buluyor? Neden bunları yaşıyorum?
Bir insan kendini tanımadan, kendini sevebilir miydi ki? Kendini bağışlamadan karşıdakini bağışlayabilir miydi ki? İnsanın önce kendini tanımaya ihtiyacı vardır. O yüzden DTÖ insan tanıma sanatı eğitimi vardır. Bu eğitim kişinin birçok problemini çözmesinde ona yardımcı olur. Olumlu olumsuz yanlarını deşifre eder. İnsan ne yapamayacağını bildiğinde neler yapacağını konusunda çok daha iyi olur.
Artık bunun nasıl olduğunu anlama kararı vermişti. Fakat nasıl yapacak bilmiyordu. Hayatın adil olduğunu ve bir başkasına torpil geçmeyeceğini biliyordu. Ama olayların gerçeklerini de oturtamıyordu. Keşke anlamanın bir yolu olsaydı derken. Karşısına çocukluk arkadaşı olan Tarık çıkar. Ona bir eğitimden bahseder ve birlikte eğitimin üniversitedeki tanıtım seminerine giderler. O gün Hakan o tanıtımdan 6 sayfa not alır. Hemen eğitimi verecek hocaya götür beni dedi Tarık’a. Ve birlikte hocanın yanına gittiler. Hakan o zaman aradığı gerçeğin burada olduğunu anlamıştı. Hoca ile karşılaşan Hakan duygularını dile dökemiyordu. Fakat hocanın gözlerinde bambaşka bir şey vardı hissediyordu. Bir derdi vardı hocanın sanki derdime çare olacak bir şey gibi. Bu düşünceler ile zihni karışık olan Hakan. Hocam ilk eğitim ne zaman dedi. Ve dönüş yolculuğuna ilk adımını atmış oldu. Başkasını değil kendini değiştirmenin adımını attı o gün.
*Her problemin çözümü kişinin kendisindedir, ancak kabul edenler görebilirler.
Hakan yıllar sonra karşıdaki insanların değil. Asıl insanın kendisinin değişmesi gerektiğini anlamıştı. Ne Cem ne de Hakan olmalıdır insan. Ne sorun olan ne de sorun çıkartan olmadır. Problem çözebilen kişi olmalıdır. Gerçek aslında basittir. Basit olan hiçbir şeyin sonucunu istememektir. Birinin değişmesini istememektir. Mesele, onun değişmesini sağlayacak sebepleri oluşturmaktır.
Dönüşmek için adım atma cesareti gösterenlere ithafen…
Yorum Gönder
Teşekkürler