3 yıl önce
Atama haberi evde bayram havası
estiriyordu. Herkes mutluydu. Annesi, babası, kardeşi ve onu yalnız bırakmak
istemeyen teyzesi. Sarılmalar, öpüşmeler, zıplamalar bittikten sonra herkes bir
koltuğa oturmuştu. Yüzlerdeki kocaman mimikler hafif gülümsemeye dönmüştü.
Mezun olduktan sonra bir an evvel mesleğine başlamak istiyordu. Beklemeler,
geceler boyu çalışmalar, sınavlar, sonra yine beklemeler derken işte ataması
gelmişti. İlkokuldan liseye kadar tüm sınıfların olduğu büyük bir okula
atanmıştı. Biraz gözü korksa da yapardı, yıllardır bu anı bekliyordu.
"Öğretmenim, öğretmenim,
öğretmenim…"
Hareketler, sesler, hızla değişen
görüntüler…
Hareketler kargaşaya, sesler
gürültüye, görüntüler rasgele serpilmiş ve karışmış renklere dönüyordu. Birden
başının döndüğünü düşündü. Belki başı dönmüyordu ama etrafında bağırarak dönen
çocuklar onda bu hissi uyandırıyordu. Özellikle nöbetçi olduğu günlerde bunu
yaşıyordu. Neden sonra artık dayanamadığını düşündü. Hızlı adımlarla
öğretmenler odasına yürüdü.
Öğretmenler Odası
Odanın büyük
çoğunluğunu kocaman bir masa oluşturuyordu. Kırmızı, kadifemsi bir örtüsü
vardı. Üzerinde topar topar kağıtlar ve çay bardakları vardı. Etrafında ise öbek
öbek öğretmenler oturmuş sohbet ediyorlardı. Masanın bir başında oturan Aysel
öğretmen, sınav kağıdı okuyordu. Mesleğinin yirmi birinci yılındaydı. Görmüş
geçirmiş denir ya, ülkenin dört bir yanında görev yapmış, yüzlerce öğrencisi
olmuş bir öğretmendi. Branşının yanında insan ilişkileri ve iletişim gibi
alanlarda da kendini geliştirip öğrencilerine daha faydalı olmaya çalışıyordu.
Amacı tam manasıyla insan yetiştirmekti.
Gözleri sınav
kağıtlarında iken birden kapıdan hışımla giren Esra öğretmene takıldı. Hızlı
adımlarla geldi tam da yanındaki boş sandalyeye oturdu. Başını elleri arasına
alıp kendi kendine konuşmaya başladı:
- "Off başım çatlıyor, dayanamıyorum artık.
Gürültü, patırtı, kargaşa…Allah’ım yardım et... Sanki beynimde koşuyorlar.
Dayanamıyorum, kaldıramayacağım artık..."
İster istemez Esra
öğretmeninin konuşmalarına kulak misafiri oldu. Çok üzüldü. Henüz mesleğinin
çok başında, idealist de bir kızcağız... Ama kendini toparlaması lazım, hem kendi
hem öğrencileri için, diye düşündü.
- "Konuşmak ister misin?" diye seslendi.
Esra öğretmen
birden ellerini açtı, başını kaldırdı. Sesin geldiği yöne doğru baktı. Gözleri
kamaşmıştı, hemen yanındaki Aysel öğretmeni bulanık görüyordu. Ama Aysel
öğretmenin gözlerindeki sevecenliği, yüzündeki anlayışı ve eminliği fark etmesi
uzun sürmedi. Ağzından çıkan “olur” kelimesine başı ve gözleri eşlik etti.
Okul
Bahçesi
Okulun
bahçesindeki bir bankta oturuyorlardı. Çocuklar yine koşuşturuyor, yine
bağrışıyorlardı ama sesler ve görüntüler onların algısı dışındaydı. Esra
öğretmen tam bir konsantrasyonla Aysel öğretmeni dinliyordu.
“Sabır ve
tahammül. Sence eş anlamlı mı?” diye sordu Aysel öğretmen. Esra öğretmen evet
diyecekti ama cevap evet olmamalıydı. Ama ne fark vardı ki? Merakla,
bilmiyorum, seni dinliyorum der gibi baktı. Aysel öğretmen devam etti:
-
Tahammül geçicidir. Tahammülle uzun bir
yolculuğa çıkılmaz. Çocukların yaramazlığına, kavgasına, gürültüsüne tahammül
edersen yolun sonu gelmez. Bunlara sabretmek gerek. Sabır ise, duygusal
dayanıklık demektir. Bir şeye sabır edebilmek için olayın iç yüzünü, detayını,
arka planını bilmek gerekir.
Anlamadım der
gibi, kafası karışmış gibi bakıyordu Esra öğretmen. Aysel öğretmen devam etti:
-
Şöyle anlatayım. Bir baba bebek bakacak olsa,
bebeğin neden ağladığını bilmez. Ne yapınca susacağını bilmez. Geçici
önlemlerle susturmaya çalışır. Annesine teslim edinceye kadar idare etsem yeter
diye düşünür. İşte bu tahammül. Köprüyü geçinceye kadar yani.
Ama anne…Anne bebeğin neden ağladığını büyük oranda bilir,
ne yapınca susacağını bilir. Acıktı ondan ağlıyor der. Besleyince susacağını
bilir. Veya altına yaptı, altını değiştirince susar der. Yani olayın iç yüzünü
bilir. Bebeğe bolca bedel ödediği için de aynı zamanda, duygusal dayanıklılığı,
yani sabrı çoktur. İşte öğrencilerde de öyle. Onlara tahammül etmek yerine
sabretmek gerekir. Sabır için de onları tanımak, nasıl yöneteceğini bilmek
gerekir. Yani öncelikle çocukları tanımak gerekir. Sonra da kendini. Belki de
önce kendini…
Bir müddet
sessizlik oldu. Biraz daha şekillense de hala tam olarak anlayamamıştı Esra
öğretmen. Sabır ve tahammül tamam. Peki ya kendini tanımak? İnsanı tanımak?
Aysel öğretmen Esra öğretmeninin düşüncelerini hissetmiş gibi devam etti.
-
Bazı insanlar çok hareketlidir, hızlıdır,
görseller, şekiller ve renkler onlar için çok önemlidir. Sürekli koşuşturan,
yerinde durmayan öğrenciler. Bazı insanlar için de sesler, tonlamalar,
konuşmalar çok önemlidir. Sürekli konuşan, bir şeyler anlatmak isteyen, bazen
bağıran, şarkı söyleyen öğrenciler. Bazı insanlar için de hisler, dokunuşlar,
kokular, tatlar önemlidir. Bunlar çok hızlı hareket etmezler. Bir yerde oturup,
sessiz, sakin oynayan öğrenciler. Aynısı kendimiz için de geçerli.
İnsanlar bir de beynin karar alma mekanizmasına göre
farklılık gösterirler. Bazıları daha garanticidir, prosedür ve kurallara uyum
sağlarlar. Ama bazılarına göre kurallar çiğnenmek için vardır. Bazıları zaman
sınırlarına uyar, bazıları uyamaz. Bazıları diğer insanlarla kolay kolay
eşleşemez, bazıları kolay eşleşir. Bazıları dediğim dedik iken bazıları ise
diğer insanların fikrini merak eder. Bazıları duyguları içselleştiremez,
duyguya giremez ama bazıları direk duyguyu yaşar, içselleştirir ve dışa
vururlar. Yani aynı ortamda bile olsa insanlar farklı şeyleri algılıyor ve farklı
tepkiler verebiliyorlar. İşte buna neden olan şey insanların doğuştan
getirdikleri bazı özellikleri.. Algılama ve aktarma farklılıkları... Bunların
çok ayrıntısı var. Üzerinde kafa yorup, düşünüp, çalıştığın zaman hem kendini
hem diğer insanları tanıdığın zaman hangi hareketleri neden yaptıklarını daha
kolay anlıyorsun. Yaptığı bir şeyi seni zorlamak için değil mizacı öyle olduğu
için yaptığını anlıyorsun. Ben bunları Deneyimsel Tasarım Öğretisi ile
öğrendim. Kendimi ve kendim olmayan insanları daha yakından tanıdım.
Zorluklarla başa çıkabilmeyi, tahammülü, sabrı, hayatı, mutluluğu ve başarıyı anladım.
Esra öğretmen
kendini rahatlamış hissediyordu. Ama içinde bir açlık hissi oluşmuştu.
Öğrencilerini daha iyi tanımak, onların istek ve ihtiyaçlarını anlamak ve ona
göre davranmak iyi fikirdi. Bunun yanında insanın kendi ihtiyaçları da vardı,
kendini de tanıması önemliydi. Yetiştiren olabilmek için yetişen de olmak
lazımdı.
3 yıl sonra
Aysel
öğretmen, öğretmenler odasının camından dışarı bakarken Esra öğretmeni gördü.
Öğrenciler etrafını çevirmiş, çimlerde oturuyorlardı. Esra öğretmenin bir
şeyler anlattığını, öğrencilerin de onu can kulağıyla dinlediklerini anlıyordu.
O kadar canlı, o kadar istekli ve neşeli anlatıyordu ki Aysel öğretmen de gidip
dinlemek istedi. Ama sesini duymadan, sadece gördükleri bile onu mutlu etmeye
yetti. Esra öğretmen aldığı eğitimlerle bambaşka biri olmuştu. Hayata sarılmış,
dününe göre daha mutlu, dününe göre daha başarılı bir öğretmen olmuştu.
Birden anlamış
gibi okulun penceresine baktı ve kendisine bakan Aysel öğretmeni gördü. Yüzünde
hafif bir gülümseme ile başı ile selam verdi. İçinden “iyi ki varsın Aysel
öğretmenim, iyi ki karşıma çıktın” dedi.
Teşekkürler, elinize sağlık.
YanıtlaSil👍👋✋
YanıtlaSilHep öğretmenler nasıl sabrediyor şu çocuklara diye merak ederdim. Demek ki hepsi sabretmiyormuş!
YanıtlaSilOkurken bir an anneligimde çocuklarla başa çıkamadığım zamanlardaki toyluğum geldi aklıma.. vee sonra dtö ile tanışmam ve kendi dönüşümum geldi aklıma.. iyiki aysel öğretmenler var.. ve şükredecek bir çok iyikiler gibi...
YanıtlaSilYorum Gönder
Teşekkürler